Düşünce İklimi Kaç Mevsimidir?

Düşünce; rüzgâr, Bilgi; yelken, İnsanlıkta kayığın kendisidir.

A.W. Hare

Nietzsche, insanlara yeni değerler getirmeye çalışarak güçlü insanların egemenliğinde, çoğunluktan ibaret olan ve sürü olarak nitelendirdiği insanlıkta ilerlemenin mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Sürü kendini feda ederek üst insanı belirleyecektir. Üst insan benim diyebilen, kendi gözleriyle gördüğü gerçekliği belirleyen insan olarak görülmektedir. Bütün varlığın temelinde daha güçlü olmaya yönelik irade vardır. Nietzsche’ye göre, insanoğlu sadece kendini korumak ve yaşamak istemez aksine asıl isteği daha da güçlü olmaktır.


Mustafa Kemal, çağına göre ileri düşünceli bir insandı. Bu olumlu durumun olumsuz yanlarıda vardı elbette. O’nun zorluklar karşında gösterdiği sabır, olaylara stratejik bakması ve doğru bildiklerini zamanında söylemesi gibi özellikleri bazı çevrelerce tehlikeli olarak görülmüştür. Şam’da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, İttihat ve Terakki Fırkasıyla birleşmişti. Başlangıçta Mustafa Kemalinde fikirlerini barındıran bu parti zamanla ordu ile siyaset arasındaki dengeyi sağlayamamış ve Mustafa Kemal’in tepkisini çekmiştir. Her fırsatta örgüt içinde muhalefet yapması Mustafa Kemal’e karşı oluşuz duygular gelişmesine sebep olmuştur. Hatta Mustafa Kemal’in amiri konumundaki İttihatçılar o’nun kariyerini engellemek amacıyla pasif göreve yani İstanbul’daki Genel Kurmay hizmetine almışlardı.
Yıl 1911…
Bütün Ege ve Akdeniz, İtalyan donanmasının kontrolü altındaydı. Osmanlı donanması ise kendi vilayeti olan Trablusgarpa ne karadan nede denizden gidemiyordu. Devrin genç ve cesur subayları, , Mısır ve Tunus yoluyla Trablusgarp’a gittiler. İstanbul’da etkisizleştirilmeye çalışılan Mustafa Kemal de Trablusgarp’a gitmek istedi. Mahmut Şevket Paşa’nın karşı koymasına ve İngilizler ’in kendisini Mısır’dan geçirmeyeceklerini söylemesine rağmen, gitmekte direndi. Daha sonra, Atatürk’e ümitsiz ve sonuç bakımından faydasız olan bu işe neden giriştiği sorulduğunda: “Bunun böyle olduğunu o sıralarda ben görüyordum. Ancak, orduda ve akranım olan subaylar arasında maddî ve manevî sıramı muhafaza etmek için buna mecburdum. Esasen İstanbul’da beni fiilen işsiz bırakıyorlardı” cevabını vermişti.
Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in komutanlık ve ekip kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk yer olmuştu. Mustafa Kemal, Tanin gazetesi yazarı Mustafa Şerif adıyla, sahte belge ve pasaportlarla İstanbul’dan 15 Ekim 1911’de Naci, Hakkı ve Yakup Cemil Beyler ile yola çıktı. Yolda paraları bitti; hiçbir yerden yardım görmediler. Sonra, Mustafa Kemal’in senediyle Naci Bey, Ömer Fevzi Bey’den ikiyüz İngiliz lirası aldı ve yola devam edildi. Mustafa Kemal, yolda hastalandı ve İskenderiye’ye döndü; on beş gün hastahanede yattı.
İnsanların karar vermesini zorlaştıran en önemli faktörlerden biri, sonucunu düşünmeye başlamaktır. İyi veya kötü durumun ortaya çıkma şansı eşit olmasına karşın, insanlar kaybetme riskinin iki kat daha fazla olduğunu düşünmektedirler. Kişileri bu abartılı yanlış öngörülerde bulunmaya iten ise kaybetme korkusudur. Mustafa Kemal düşünmeye başladığında ya da strateji geliştirdiğinde sonucunun kötü olacağını beynine komut olarak vermedi sadece düşündü ve yaptı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Trablusgarp’a giderken birçok maceralar yaşadılar. Mısır’da, tanınmamak için Arap kıyafetlerine büründüler; fakat Mustafa Kemal’in açık renginden ve askerce yürüyüşünden, bir sivil olmadığını anlamak zor değildi. İki defa tutuklanma tehlikesi geçirdiler. Mustafa Kemal’in becerikliliği ve yerine göre tavır koyma özellikleri sayesinde bunları atlattılar. Çöldeki tren istasyonuna ulaştıklarında, Mısırlı bir subay gelerek beş Türk subayını tutuklamak için emir aldığını söyledi. Mustafa Kemal, sadece Arap kıyafetlerine bürünmekle bu subayı atlatamayacaklarını anlayınca, ona gerçeği söyledi; güzel ve akıcı bir konuşma yaparak onun dinî duygularına hitap etti. Bundan çok etkilenen Mısırlı subay, uzlaşmaya razı oldu. Ertesi gün serbest bırakıldılar. Tren hattının gerisindeki kamptan at, deve, su, yiyecek gibi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, çöl ortasında, deve sırtında 1 hafta yol aldılar. Sınıra geldiklerini zannederek, üzerlerindeki Arap kıyafetlerini çıkarıp üniformalarını giydiler. Fakat, başlarında İngiliz ve Mısırlı subayların bulunduğu bir müfreze ile karşılaştılar. Mustafa Kemal, onları tehdit edici bir tavırla, “buranın Osmanlı toprağı” olduğunu söyledi. Onlar da, “kısa bir süre önce sınırın değiştiğini ve buranın Mısır toprağı olduğunu” ileri sürdüler. Mustafa Kemal, yine kafa tutarak, “ateş açtıracağını” söyledi. İngilizler, aradaki sayı farkına gülmekle beraber, çekildiler. Nihayet, Mustafa Kemal ve arkadaşları, iki gün sonra Tobruk dışındaki Türk karargâhına ulaştılar.
Bir avuç vatansever, şimdi Kuzey Afrika’daki son vatan toprağını savunacaklardır. Fuat Bulca Mustafa Kemal’in hayatının dönüm noktalarından birini şöyle anlatmaktadır: “Biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken Mustafa Kemal’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü.” “İşte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. İki İtalyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. Mustafa Kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti.” bu taarruz esnasında İtalyan uçaklarının bombardımanı nedeniyle Mustafa Kemal’in gözü zarar görür ve Derne’de hastaneye yatırılır. Gözü kanlanmış, ateşi artmıştır. İlk müdahalenin ardından Selanik’e dönmesi için ısrar edilsede dinlemez. Bir ay kadar Derne’deki hastanede yatar. Derne Komutanlığı’na atanınca iyileşmeden kalkıp savaşa katılır. Ancak hastalığı nükseder ve 15 gün yataktan kalkamaz. Gözlerini açamayacak kadar bitkindir. Artık sol gözü görmüyordur. “Zamanla açılır” diyen doktorlara inanmamış Mısır ve Romanya üzerinden İstanbul’a dönmüştür. Viyana’ya gidip, tanınmış bir göz hekimine muayene olur. Tedavi sonuç verir gözündeki zarar %30’a kadar düşer. İşte Atatürk’ün gözündeki hafif kayma, Trablusgarp savaşında gösterdiği bu kahramanlıktan ötürüdür.
Kahramanların en büyük özelliği nedir diye sorarsanız tek kelimeyle; Umut derim. Aslında Umut ruhun ekmeğidir. Umutsuzluğun son noktası kişinin kendiliğini yitirmesidir. Bu durumda kişinin odak noktası kendi dışına kayar ve kişi kendi hayatının itici gücü olmaktan uzaklaşır. Kendine ve gelişimine olan tüm inancını yitirmiştir. Bir çeşit ruhsal ölüm söz konusudur. Kendi potansiyeline inanmayan veya bundan vazgeçen kişi yaşayan bir ölüdür.
İnsanın davranışı, umudun ilk bileşeni olan amaca yöneliktir ve umut amaca ulaşmaya odaklanmayı sağlamaktadır. Bu modele göre amaçlar, bireyin arzularından ve yaşam deneyimlerinden çıkarsamaktadır. Amaçlar uzun ya da kısa vadeli belirlenebileceği gibi gerçekleşmesi kesin olanlar ve gerçekleşme ihtimali düşük olanlar şeklinde de belirlenebilmektedir. Buradaki kritik nokta amacın biri için bir değeri başka bir deyişle, anlamı olması, ulaşılabilir olması ve bir nebze belirsizlik içeriyor olmasıdır. Bireyin şu anın güvenli alanından dışarı çıkarak yeni ve belirsiz bir geleceğe doğru yol alması onda kaygı yaratmaktadır. Ancak bu kaygı, düzeyine bağlı olarak, değişimin de ilk sinyalleri olmaktadır. Bireyin kaygısı ile mücadele edebilmesinin en önemli destekçisi ise belirlediği amacın hayatına kattığı niteliktir. Birey amacına yüklediği anlam sayesinde ona ulaşmak için daha fazla çaba sarf etmekle birlikte karşısına çıkan engellerle de daha pratik şekilde başa çıkacaktır. Snyder’a göre burada göz ününde bulundurulması gereken nokta, amacın niteliğidir. Çünkü birey ancak amaçları doğrultusunda yaşama tutunmakta, üretmekte, sorumluluklarını üstlenmekte, bir başka değişle, hayatına amaçları aracılığıyla anlam kazandırmaktadır.

Anlam yüklemekle ilgili güçlük çeken bireyler farklı koşulların zaman içinde gerçekleşmesi sonucu meydana gelen amaçlar ve değerleri oluşturmakta zorlanmaktadırlar. Bu durum modern çağın getirdiği bir mekanikleşme süreci ile ilişkili olmakla birlikte her birey de varoluşsal nevroza düşmemektedir. Varoluşsal nevroz, doğrudan doğruya bireyin kendisi ve ne yapacağını bilememe halidir ve ümitsizliği içermektedir. Bu nedenledir ki, yaşam amacı belirleyemeyen ya da varoluşsal boşluğa düşmüş bireyler aslında bir anlamsızlık acısı çekmekte ve depresif bir tutum sergilenmektedir. Yapılan araştırmalar da göstermektedir ki, yaşama yüklenen anlamın depresyon, iyi olma, sosyal destek, fiziki sağlık ile ilişkisi bulunmaktadır. Bu araştırmayı destekleyen bir başka çalışmaya göre de yaşam anlamının düşük olması depresyon ve umutsuzlukla ilişkilendirilmiştir.

Umut’un ikinci bileşeni amaca ulaşmada alternatif yollar üretebilme becerisidir. Bu beceri, bireyin amacına ulaşmak için öğretebildiğini zihinsel yol haritalarıdır ve bir kapasite göstergesidir. Yani birey şu anda bir hayal kurmaktadır ve bu hayalin gerçekleşmesi için karşılaşabileceği zorluklar karşısında farklı baş etme yöntemleri geliştirerek hayalini geleceğe aktarmaktadır. Bir başka değişle biri şu an ile gelecek arasında zihinsel bir bağ kurmaktadır. Umudun son bileşeni ise hedefe ulaşma arzusu ve bu arzuyu gerçekleştirmek için bireyin kendisinde güç olmasıdır. Bu güç bireyin geçmişteki, şu anındaki ve geleceğindeki hedefine ulaşmada vereceği kararların doğruluğuna olan inancından beslenmektedir. Birey ancak bu güç sayesinde hedefe ulaşmak için bir yolu kullanmaya karar vermekte ve bu yolu kullanmayı sürdürmektedir.
Değişim aslında bireyin başarabileceğine yönelik inancından doğmaktadır. Şu bilinmelidir ki, umut doğrudan doğruya yaşama yüklenen anlam ile ilişki halindedir. Yaşamına anlam yükleyen bireylerin, hedeflere ulaşmak için daha yüksek motivasyona sahip olduğu bilinmektedir. Ayrıca umut, bireyin arzuladığı yaşam olayları yani bireyin kişisel isteklerini gerçekleştiren aile, kariyer, yaşam tarzı gibi temel yaşam ihtiyaçları ile ilişkilidir. Çünkü yaşam amaçları uzun vadeye dayanmaktadır ve bireylerin psiko-sosyal alanlarına belirlemesi ve düzenlemesi tüm yaşamını etkilemektedir. Dolayısıyla bireyin tercih ettiği rol sayesinde benliği ve “varoluşsal” kapasitesi güçlenmektedir.

Mustafa Kemal umudunu amaca dönüştürerek adeta hayatla savaşmıştır. Meydanlarda nasıl mücadele ettiyse karşısına çıkan her zorluğa kişiliğini kalkan yaptı. O’nun şu sözlerinden anlaşılabilir; Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için belli başlı bir vasıtadır. İşte Mustafa Kemal’in eşsiz mücadelesi….

Aytaç Bozkoyu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir