YIKANMANIN 1000 YILI

Banyo Altın Çağını Yaşıyor, Ya Temizlik?..

1908 yılı Amerikasında hayli meşhur olan “Halk Sağlığı Kitabı”nda, özellikle salgın hastalıkların kontrolü bakımından kişisel temizliğin önemi şöyle vurgulanıyordu:
“Estetik görünüm açısından sadece pisliği ortadan kaldırmak yeterli değildir.”
William Thompson Sedgwick, bu sözleri, Batı insanının temizliği dikkate almadığı yıllarda söylüyordu. Üstelik Avrupa ve Amerika, tarihin önemli bir kısmında temizliği “uygunsuz” bir eylem olarak görmüşler, üstelik dini hükümlerle yasaklamışlardı. Normal insanların yanısıra, din adamları ve krallar bile bir ömür boyu yıkanmadan gayet mutlu bir şekilde yaşamışlardı.

Kirliyim, O Halde Dindarım…

Hristiyan din adamlarının yıkanma eylemini kötü bir fiil olarak görmelerinin elbette bir sebebi vardı. Hristiyanlığın ortaya çıkışından çok sonra, Roma hamamlarında yaşanan rezillik ifratına, tefritle karşılık vermişler ve temizliği yasaklamışlardı. VI. yüzyılda Nursia’lı Aziz Benedikt, dindarlara ve özellikle gençlere şöyle sesleniyordu; “Banyo, ancak bazı durumlarda izne tabidir.” Assisili Aziz Fransis ise; “Yıkanmamış vücud dindarlığın işaretidir.” diye üzerine tüy dikiyordu. İspanya Kraliçesi İsabella, hayat boyu sadece iki defa, doğumunda ve gerdeğe girerken banyo yapmış olmakla övünüyordu. O dönemlerin İngiltere’sinde ise istendiği halde banyo yapılamıyordu. Zira akan su bulunamıyordu. Nehirler yıkanmak için soğuk, yakıt pahalı ve sabun bulmak zordu. Üstelik temizlik, halk kültürünün bir parçası değildi.
Suyun öbür tarafında ise; Amerikalı kolonicilerin liderleri, -rastgele cinsel ilişkiyi çağrıştırdığı için- banyoyu “masum” bulmuyorlardı. Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde kanunlar banyoyu ya yasaklıyor ya da banyo yapmaya sınırlar getiriyordu. Philadelphia’da bir dönem, bir ay içerisinde birden fazla banyo yapan kişiler hapse bile atılmıştı.
Avrupalılar ve Amerikalılar 20. yüzyıl başlarına kadar müthiş bir pislik içinde yaşamışlar ve birçoğu buna bağlı hastalıklar yüzünden genç yaşta ölmüşlerdi. 1800’lerde çocuklardaki ishal yüzünden görülen ölüm oranı inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Zira anneler, tuvaletlerini yaptıktan sonra ellerini yıkamıyorlar, bebeklerine bakterileri geçiriyorlardı. Batı insanı bu durumdan ancak 20. yüzyılda kurtulabildi.

Arkeoloji Ne Diyor?..

Arkeolojik araştırmalar, Gazze’nin en az 5000 yıllık bir hamam geçmişi olduğunu ortaya koyuyor. Babil’de bulunan, içinde sabuna benzer bir madde çıkan kil kaplar M.Ö. 2800 yıllarına tarihlerine dayanıyor. İlk bilinen banyo küvetleri, Girit’teki Minos Uygarlığı dönemine aitti. M.Ö. 1700 civarında efsanevi Kral Minos için yapılmış olan bu küvetler, muhteşem Knossos Sarayı’nda bulunuyorlardı ve bugünkü modern küvet ölçülerine sahipti. En etkileyici olan tarafları ise bu küvetlere bağlı su tesisatıydı. Her biri suya basınç yaparak tıkanmayı önlemek için ucuna doğru incelen terrakota (pişmiş toprak) künkler, çimento benzeri bir harçla birleştirilmişlerdi.
Mısırlıların böyle bir sisteme sahip olup olmadığı bilinmiyor, ancak temizliklerine hayli düşkün oldukları bir gerçek. Taze dokunmuş keten giyiniyor, vücut yağları, günlük cilt bakımı ürünleri ve koku kullanıyorlardı. M.Ö. 1500’lere ait Ebers Papirüsü’nde anlatılanlara göre; bu insanlar, deri hastalıklarından korunmak için, hayvan ve sebze yağları ile alkalinli tuzdan elde edilmiş sabunsu bir maddeyle yıkanıyorlardı.
Yunanlılara bakacak olursak, onlar da fazla kirli sayılmazlardı. Sabun bilmiyorlardı. Onun yerine vücutlarını yağ ve küllerle sıvadıktan sonra, kum ya da süngertaşı parçalarıyla fırçalıyorlardı.
Yıkanma eyleminin “en abartılı” dönemi, kuşkusuz Roma dönemi idi. Therme adı verilen Roma hamamlarında yerden ve duvarlardan ısıtmalı sistemler mevcuttu. Ancak Romalılar bunu temizlik yerine sapıkça zevklerini tatmin etmek için kullanıyorlardı. Hristiyan din adamlarının tepkisini çeken ve o hızla yıkanmayı kökten yasaklatan da bu ahlâki sefaletti. Thermelerin ilk yıllarında, kadın ve erkek bir arada yıkanamıyorlardı. Hiçbir yetişkin ve çocuklu kadın hamamlara kabul edilmiyordu. Ancak kısa bir süre sonra hamamlar, cinsel oyunların oynandığı “sefahathaneler” durumuna geldi. Öyle ki, bazıları genelevlerin bir uzantısı olmuştu. Bu noktadan yola çıkan bazı tarihçiler hamamları, Roma İmparatorluğu’nun çökmesine sebep olan faktörler arasında sayarlar.
Hazret-i İsa’dan asırlar sonra, onun yolunda gittiğini iddia eden Hristiyan din adamları, vücut temizliğini âdeta putperestlik ve hayvansı hislerle bir tutmaya başladılar. Birkaç yüzyıl boyunca Romalıların gerek özel gerekse genel temizlik alışkanlıkları unutuldu veya bazı tarihçilerin iddia ettiği gibi; “Kasten bastırıldı.” Ortaçağ boyunca Avrupa, bugün sıklıkla söylendiği gibi, “1000 yıl yıkanmadan yaşadı.” Papa olan ilk keşiş Büyük Gregory “vakit kaybettirecek bir lüks” durumuna gelmediği sürece “ancak pazar günleri” yıkanmaya izin vermişti. Gregory’nin hijyene pek karşı olmadığı bu örnekten belliydi. Buna rağmen bazı rahipler, bu izinden ancak yılın belli zamanlarında faydalandılar.

Su Medeniyeti

Aynı yıllarda İslâm dünyası, pekâlâ ahlâka aykırı davranmadan hamamlarda temizleniyorlardı. Bu ahlâka aykırı davranmayışın altında, İslâm Dini’ni tebliğ eden Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın şu öğüdü yatıyordu:
“Benden sonra Suriye ve İran’da insanların toplu olarak yıkandığı yerler göreceksiniz. Buralara gayri ahlâki kıyafetlerle girmeyin.”
Kendisinden sonra Suriye ve İran fethedilmiş yepyeni bir medeniyet kurulmuştu. Batı’nın ancak 18. yüzyılda farkına vardığı hijyen, Müslüman’ın günlük yaşamının bir parçasıydı. Yemeklerden önce ve sonra eller yıkanır, dişler günde birkaç kez temizlenir, günün her ânında ihtiyaca göre boy abdesti (gusül) ve namaz için abdest alınırdı. Bu medeniyetin temelinde temizlik olduğu için hamamlara özel ilgi gösterilmiş, mükemmel mimarisi ve sistemlerleriyle yepyeni bir hamam anlayışı ortaya çıkmıştı. Yıkanma, bir küvet içerisinde akmayan suyla değil, şarıl şarıl akan temiz suyla yapılıyordu. Yeni bir şehir veya külliye yapılırken önce bir hamam, sonra bir cami ile işe başlanıyordu. Mahallelerde, çarşılarda hatta halkın sıkça toplandığı türbe gibi mekânların civarında bile bir kaç hamam olurdu. Kadın erkek bir arada asla yıkanamazlardı. Buna rağmen hamamlar çok sıkı denetleniyordu. Müslümanlar’ın temizliğe olan düşkünlükleri sebebiyle hamam sektörü çok iyi ciro yapıyordu.

Temizlik Bahane

Haçlı Seferleri sırasında bu hamamların varlığını ve işleyişini bilen Hristiyanlar, ülkelerine döndüklerinde birer ikişer hamam açmaya başladılar. “Stew” (umumhane) denen bu hamamlar, İngiltere ve Fransa’da bir anda popüler oldu. Ancak bu yapılar, Roma’daki öncüleri gibi giderek kötüye kullanılmaya başlandı. Öyle ki, röntgenleme amaçlı galerilerden oluşan hamamlar inşa edildi. Bu yapıların zina merkezi olmaya başlaması bir yana, salgın hastalıklara sebep olması zaten yıkanmaktan hoşlanmayan kiliseyi kızdırdı.
1500’lerde, VIII. Henry’nin hüküm sürdüğü dönemde, İngiltere’nin çoğu umumhanesi kanunlarla kapatıldı. Bundan 40 yıl sonra da I. Francis, bütün Fransız umumhanelerinin kökünü kazıdı. Böylece çocuk doğmadan öldü ve Avrupa yine pisliğin içine gömüldü.
O dönem Avrupası’nda çok güçlü bir yeri olan Türkiye’yi yakından tanıma fırsatı bulanlar, moda olarak veya sağlık sebepleriyle şahsi temizliğini sürdürebilmişti. Ancak kiliseler bu kişilere iyi bir Hristiyan olarak bakmıyordu. Bu moda; Fransa, Almanya, Belçika ve İngiltere’de canlanmaya başlayan “halka açık hamamlar”ın yaygınlaşmasına sebep olmuştu. Ancak zaman, Hristiyan rahipleri haklı çıkardı. Avrupalı’nın şuuraltına yerleşmiş “hamamı yanlış anlamlandırma” yine kendini gösterdi. Karlsbad, Marienbad ve benzeri kaplıcalarda kibar bayanlar, “hamam gölgeleri” denen dostlar edinmeye başladılar.
Banyo, kraliyet çevresi ve zenginler arasında temizliği pek fazla çağrıştırmıyordu. Saraylarda ihtişamlı küvetler yapılmıştı ama halk tabakası için aynı şartlarda banyo yapmak imkânsızdı. Sabun lüks tüketim maddesi sayıldığından yüzde yüz vergiye tabi idi. Bu sebeple insan hayatı korkunç bir pislik içinde geçiyordu.
Batı’da yayınlanan kitaplarda veya filmlerde eski dönemler; “İnsanların pislikten ve kimyasal artıklardan uzak olduğu bir dönem” olarak anlatılır. Ancak Avrupa ve Amerika’da eski dönem insanları, insan ve hayvan dışkılarıyla birlikte yaşıyorlardı. Irmaklar ve göller kirliydi, vücutlar kokuyordu, kıyafetler ise mikroptan el sürülmeyecek durumdaydı. Salgın hastalıklar peş peşe yayılıyordu. Sabun yoktu. Olsa bile çok pahalıydı.
1500’lerin İngilteresi’nde insanların çoğu haziran ayında evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını mayısta yapıyorlar, haziranda kokmaya başlıyorlardı. Bu sebeple gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyo anlayışları içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hâle geliyordu ki dibi görünmüyordu.
İngilizce’deki “Banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın!” anlamında “Don’t throw the baby out with the bathwater!” deyimi buradan gelmekteydi.
Batı’da yıkanmayı abartanlar da vardı. Öyle ki, akşama kadar küvet içinde otururlar, ihtiyaçlarını küvetten çıkmadan giderirlerdi.

Farka Bakın

Oysa o dönemde Türk insanı, mikropların nasıl bulaştığını çok iyi bilmek bir yana, hastalıklara aşı ile karşı koymayı da biliyorlardı. Fatih Sultan Mehmed’in hocası olan ve aynı zamanda günümüz tabiriyle mikrobiyoloji uzmanı olan Akşemseddin, mikrobu tarif etmekle kalmamış, ondan nasıl sakınılması gerektiğine dair eserler de kaleme almıştı. Ondan iki yüzyıl sonra İstanbul’a gelen Lady Montague, mektuplarında, İstanbul’da iken küçük oğluna çiçek aşısı yaptırdığından ve aşının İngiltere’de kullanılmasını arzu ettiğinden ama İngiliz doktorlarının buna önem vermeyeceğinden bahseder.
Tarihin en komik diplomatik skandallarından biri de yıkanma üzerine olmuştur.
II. Bayezid’in padişahlığı döneminde Moskova, Mihail Plachtneef adında birini elçi olarak İstanbul’a gönderir. Ancak elçi, etrafındakileri kusturacak kadar pis kokmaktadır. Yıkanması için hamama götürülür. Herif hayatında hiç hamam görmediğinden atarlanır. Temizlik ikazını ülkesine hakaret olarak görür. Kendisine değiştirmesi için verilen temiz çamaşırları da reddeder. Görevliler de geldiği gemiyle Rusya’ya postalarlar.

Temizlikteki Mantık

  1. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da temizlikle ilgili önemli adımlar atılır. Ancak bu, pragmatist bir anlayışla ele alınır. 1842’de, İngiltere Fakir Yasası Komisyonu Sekreteri olan Edwin Chadwick’in açıklaması da bunu gösterir. Ona göre; pislik hastalığa, hastalık ise gelir kaybına, gelir kaybı da güç yitimine sebep oluyordu.
    Chadwick, çalıştığı bakanlığı zorla ikna eder. Amele sınıfının temizlik standartlarını artırmak için harekete geçirir. Sonuçta parlamento 1846’da, “Halka Açık Hamam ve Yıkanma Evleri Hareketi”ni onaylar. 1853’te sabun vergisi kaldırılır. Bu, İngiltere hazinesi için her sene bir milyon pound demekti ama pislik ve buna bağlı yoksulluğun İngiltere’ye çok daha pahalıya mal olduğunu fark etmişlerdi.
    1860’ta, Londra’da sayısı on olan halka açık yıkanma evlerinin sayısı artırıldı. Bu hareket Amerika’ya da yayıldı. “Amerikan Tıp Topluluğu Dergisi”nin 1892 Ekim sayısında; korunma tedaviden daha iyi olduğu takdirde, “halka açık büyük bir hamam kurmanın, hastane inşa etmekten daha ucuza mal olacağı” yazılıydı.

Kim Daha Temiz?

Günümüz Amerikası’nda insanlar, banyoya girdikleri taktirde ortalama on bir dakikalarını duşta, yirmi dakikalarını da küvette geçiriyorlarmış. Ülkemizde de her evde banyo var. Gelişen teknoloji ile bu banyolarda 7/24 sıcak su bulunabiliyor. Banyo için bu kadar kadar imkânın bulunduğu bir dönemde temiz kalınabiliyor mu? Bunun cevabını yine Amerikalı araştırmacılar veriyor:
“Sadece duş yapıyorsanız, sabunlansanız bile yüzeysel kirler çıkar. Deriye yapışan ve gözle görülmeyen, ancak kazımak suretiyle deriden ayrılabilen kirler kalır. Küvet içerisinde uzun süre terleyerek yapılan bir yıkanma işleminden sonra eğer dikkat edilmezse, duştakinden daha vahim bir sonuçla karşılaşılır. Suyun üzerinde biriken kirler, tekrar vücuda yapışır. Bunlardan ancak, küvetten sonra bir de duş yaparak kurtulabilirsiniz.”
Teknolojinin bugün sağladığı kolaylıklara rağmen insanlar, eskiye göre temiz mi? Sanmıyoruz. Önce terleyen, sonra keselenen, daha sonra sabunlanıp yıkanan ve en sonunda boy abdesti alarak çıkan bir Anadolu insanının yanında herkes barbar kalıyor.

Hamama Giren Terler

(Eskişehir yöresi hamamda yıkanma adabı)

Hamama giren kişi eğer özel bir kabin kiralamadı ise herkesin elbise çıkardığı bir yere konuşlanır. “Türk insanına has” bir yöntemle kalabalık ortamda edeb yerlerini göstermeden soyunup peştemalını kuşanır. Elbiseleri görevliye emanet ederek havuzun yolunu tutar. Ancak önce, istenmeyen kıl ve tüylerden arınır. Sonra bir kurnadan, ayaklarını dizden aşağı yıkayacak şekilde normal abdest alır.
Sonra havuzun kenarına oturur, yarım saatliğine ayaklarını sıcak suya salar. Su gibi ter akarken vücut yumuşar, kirler kabarır. Sonra kendisini keseciye teslim eder. Keseci, kurbanını keselemekle rendeden geçirme arası bir yol tutarak kirden arındırır. Öyle ki, kese işlemi bittiğinde vücudun üzeri, her biri pirinç büyüklüğünde binlerce kirle kaplıdır. Bu işlemden sonra bol köpüklü sabunlu su ile baştan aşağı yıkar. Vücudu pirupak olan müşteri beş-on dakika hamamın soğukluk adı verilen kısmında nefeslenir. Sonra havuza girer, keyfine göre yarım saat, bir saat arası havuzdaki diğer kişilerle “memleketin nereye gittiği” üzerine etraflıca bir sohbet yapar. Bu muhabbetin vatana millete bir faydası olmayacağını bilir, ancak başka türlü vakit geçmeyecektir.
Sonra bir kurna başına dönerek güzel bir boy abdesti alır. İşi bitince havluya sarınıp elbisesinin yanına döner. Buradaki görevli kısa zamanda terden sırılsıklam olmuş havluları değiştirir. Terleme bitene kadar hamurlaşmış vücut, yan yatmak suretiyle on dakika kadar dinlendirilir. Sonra görevli, yeni havlularla sarar. Çayın en lezzetle içildiği dakikalara gelinmiştir. Tiryakiliğin dozuna göre birkaç bardak içilir. Sonra giyinilir, bahşişler ödenir ve evin yolu tutulur. Böylelikle yıkandıktan hemen sonra sokağa çıkılmamış olur.
Merasim gibi görünse de sağlık için mükemmel bir sistemdir. Hamamda yıkanıldıktan sonra hemen sokağa çıkılırsa akla gelebilecek her türlü hastalığa davetiye çıkarılmış olur.
Yazımızı bir hamam kitabesiyle sonlandıralım:
“Tıynetin nâ pâk ise, Hayr umma sen germâbeden,
Önce tathîr-i kalb eyle, sonra tathîr-i beden.”
(Kötü huylu, kirli karakterli bir kimse isen, hamamdan bir şey bekleme! Temizlik istiyorsan önce kalbini temizle, sonra da bedenini…)
Yani, hamam senin sadece dışını temizler, için pis ise bir şey yapamaz.

AHMET SARBAY

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir